22 Nisan’da BM’de imzaya açılan Paris Anlaşması, dünyayı küresel ısınmadan kurtaracak bir anlaşma olmaktan uzak. Dünya sera gazları emisyonlarının azaltılması konusunda gürlüyor ama yağmıyor. Bu gürlemenin de göstermelik olduğunu zannediyorum.
Prof. Dr. Orhan Şen
İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fak.
Meteoroloji Mühendisliği Bölümü
İnsan yaşamını sürdürmek için üretmek ve tüketmek zorundadır. Yaşam, bu iki etkenliğin bir sentezidir. İnsan yaşamı için zorunlu olan üretim ve tüketimi gerçekleştirirken doğayı kirletir. Kirlenmenin düzeyini, özellikle tüketim anlayışı belirler. Tüketim bir araç olmaktan çıkar bir amaç olursa, bir bağımlılığa dönüşürse, kirlenme doğanın yıkımına neden olur.
Doğayı kirleten en önemli kaynak olan endüstriyel üretim sonucu ortaya çıkan atıkların bir grubunu, bacalardan çıkan, karbondioksit, metan vb. gazlar oluşturur. Atmosferi kirleten bu gazlar, “sera gazları” diye adlandırılır. Sera gazlarının atmosferdeki miktarı arttıkça dünyanın ortalama sıcaklığı da artar. Zira sera gazları, dünyadan yayılan ve atmosferi ısıtan uzun dalga boylu radyasyonun uzaya kaçmasını engeller.
Günümüzde, atmosferde en çok bulunan sera gazı CO2 miktarı, son 400 bin yılın en yüksek değerine ulaşmış (403 ppm, 2015), bu nedenle dünyanın ortalama sıcaklığı 1.5 °C artmıştır. Sera gazlarının artışı durdurulmaz ise bu ısınma 4.5-5.0 °C’lere ulaşacaktır.
Şekil 1. Son 1000 yıldaki dünyanın ortalama sıcaklığındaki değişim (IPCC, 2007).
Isınmanın en önemli sonucu iklim değişimidir. Etkileri ülkeden ülkeye değişen iklim değişimi, yıkıcı etkisini 21.yy da artarak sürdürecektir. Ülkemizin bulunduğu enlemlerde, iklim değişiminin etkileri, kuraklığa, su kaynaklarının kurumasına, nehirlerin debilerinin %10-30 oranında azalmasına neden olacaktır.
IPCC’nin 2007 raporu ve diğer çalışmaların sonuçlarına dayanarak iklim değişimini, “Aşırı değerlerdeki artış (Sel, fırtına ve aşırı sıcaklar), Kuraklık (Tarımsal kuraklık ve temiz su kaynaklarında azalma), Deniz seviyesinde yükselme” olarak üç grupta toplamak mümkün.
Şüphesiz, bu olayların tümü insanlık için büyük sorunlar yaratacak, ağır toplumsal sorunlara neden olacaktır. Özellikle kuraklık, insanlığın yaşamını tehdit edecektir. Çünkü; susuz yaşam olası değildir.
Dünyanın %70’i suyla kaplı olsa da, bunun %97,5’i okyanus ve denizlerdeki tuzlu sudan oluşuyor. Kalan %2,5’lik tatlı suyun %1,5’i kutup bölgelerinde ve buzullarda bulunuyor.
Yani insanoğlunun doğrudan yararlanabileceği yer üstü sudan ekonomik olarak tatlı su elde edebilecek bir teknoloji geliştirilene kadar tatlı suya erişim, ciddi bir problem olmaya devam edecek, potansiyel çatışma alanı olacaktır.
Dünyada 1,1 milyar (%18) insan temiz içme suyuna erişemiyor, 2,6 milyar (%42) insan temel temizlik koşullarından yoksun yaşıyor. Her yıl yaklaşık 2,2 milyon kişi olumsuz su ve temizlik koşulları ile ilişkili hastalıklar nedeniyle yaşamını kaybediyor ve bu ölümlerin %90’ı, 5 yaşın altındaki çocuklarda gerçekleşiyor.
Su varlıklarına göre ülkeler, yılda kişi başına düşen su miktarı bazında, Su Fakiri (1.000 m3’ten daha az), Su Azlığı (2.000 m3’ten daha az) ve Su Zengini (8.000-10.000 m3’ten daha fazla) olarak sınıflandırılıyor.
İklim değişiminden olumsuz etkilenen ve etkilenecek bir coğrafyada bulunan Türkiye, kişi başına düşen yıllık su miktarına göre (1.700 m3) su azlığı yaşayan bir ülke konumunda. Türkiye İstatistik Kurumu, 2030 yılı için nüfusumuzun 100 milyon olacağını öngörüyor. Bu durumda 2030’da kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının 1000 m3/yıl civarında olacağı (Su Fakiri) söylenebilir.
Tarımsal Kuraklık
Su ve sulama olmadan tarımsal üretimde artış sağlamak mümkün değil. Ülkemiz 112 milyar m3/yıl kullanılabilir su potansiyeline sahip olsa da, bunun sadece 42 milyar m3/yıl’ını kullanabiliyoruz. Bu miktarın 29,6 milyar m3/yıl’ını tarımda, 6,2 milyar m3/yıl’ını içme ve kullanmada, geriye kalan 4,3 milyar m3/yıl’ını da endüstride kullanıyoruz. Gelişmiş ülkelerin çoğunda tarım ve sanayi suyu kullanımında fazlalık, sanayi kesimindedir. Bunun en önemli nedeni, tarımdaki sulama yöntemleridir.
Ülkemizdeki 28 milyon Ha’lık tarım arazilerinin 16,7 milyon Ha’ı sulamaya elverişli iken, sadece 5,1 milyon Ha’lık kısmı sulanabilmektedir. Türkiye’de tarımda suyun %88’i, plansız sulama ile tüketiliyor. Dünyada salma sulamaya karşı geliştirilen damla sulama sayesinde bitki, verilen suyun %98-99’unu kullanıyor ve salma sulamadaki %65’lik israf önleniyor.
Paris Anlaşması
Aralık 2015’te Paris’te yaklaşık 200 ülkenin onayladığı, kısmi bağlayıcılık taşıyan anlaşma; küresel ısınmanın 2 °C’nin altına çekilmesini, gelişmekte olan ülkelerin alınacak tedbirlerden olumsuz etkilenmemesi için 100 milyar dolar kaynak ayrılmasını, sera gazı emisyonlarını azaltan çevreci ve sürdürülebilir ekonomilerin desteklenmesini öngörüyor. 22 Nisan’da BM’de imzaya açılan, 10 yıl sürecek anlaşmanın 2020 yılında yürürlüğe girmesi planlanıyor.
Anlaşmayı irdelersek;
1.Sera gazı emisyonlarının düşürülmesi ile ilgili hedefler yeterli değil. Bu yüzyılda sıcaklık artışının 2.0 °C’yi aşmaması, 1.5 °C’de tutulması hedefleniyor. Halbuki mevcut emisyon düzeyinde sıcaklık artışı bu yüzyılda 5 °C tahmin ediliyor. Sera gazlarının en önemli kaynağı olan fosil yakıtların (Kömür, petrol) miktarını azaltıcı bir önlem görünmüyor.
2.Gelişmekte olan ülkelerin bu hedeflere ulaşması için 100 milyar dolarlık kaynak aktarımı gerektiği söyleniyor ama bunun nasıl olacağı konusunda bir netlik yok.
3.Yenilenebilir temiz enerji kaynaklarına yönelmede yeterli teşvikten uzak görünüyor. Güvenli limit olan 2 °C ve altında kalabilmek için 2030’a kadar düşük karbonlu elektrik ve enerji verimliliğine yönelinmesi gerek.
Sonuç ve Öneriler
Bence bu anlaşma, dünyayı küresel ısınmadan kurtaracak bir anlaşma olmaktan uzak. Dünya sera gazları emisyonlarının azaltılması konusunda gürlüyor ama yağmıyor. Bu gürlemenin de göstermelik olduğunu zannediyorum. Anlaşma her ne kadar umut verici gözükse de dünyanın şimdiye kadar yaptığı anlaşmaları uygulamada zorlandığını hatırlayınca umudumuz azalıyor.
İklim değişiminin yarattığı tehlikeleri önlemek, özellikle susuzluk sorununu çözmek için kısa ve uzun vadeli tedbirler belirlenmeli ve uygulamaya konmalıdır.
Yaşamın vazgeçilmez bir unsuru olan su, ikamesi olmayan, sınırlı bir doğal kaynaktır. Sağlıklı suya ulaşmak, her şeyden önce temel bir insan hakkı olarak değerlendirilmelidir. Diğer bir deyişle su, toplumsal bir değer olarak düşünülmelidir.
Ülkemizin yarı-kurak bir iklime sahip olduğu daima göz önünde bulundurulmalı, su politikaları buna göre oluşturulmalıdır. Su sorununun çözümünde su tüketiminin sektörler arası dağılımı dikkate alınmalıdır. Gerek tarımsal, gerek sanayi ve gerekse bireysel amaçlı olsun, suyu kullanan sonuçta insandır. Bu nedenle kullanıcıların bilinçlendirilmesi son derece önemlidir. Bu konuda diğer önemli bir nokta da, bütün sektörlerin aynı kalitede su kullanmasının yanlış olduğudur.
Kuraklık, iklimin su kaynaklarını, tarımı ve tüm canlıları etkilemesinin bir yoludur. Aynı zamanda en kapsamlı sosyo-ekonomik zararlara neden olan, yavaş gelişen, en sinsi ve en tehlikeli doğal afettir. Kuraklığı ülke genelinde izleyecek, gerekli uyarıları zamanında yapacak, alınması gerekli önlemleri yetkililere ve kamuoyuna zamanında duyuracak, kuraklık konusunda bilimsel araştırmalar yapacak bir merkeze acilen gereksinim vardır.
Orhan Şen
GIDAHATTI DERGİSİNİ ÜCRETSİZ İNDİRİN
(26)