Dünya Gıda Günü dolayısıyla düzenlenen Sürdürülebilir Gıda Konferansı’nda, Türkiye’nin Sürdürülebilir Gıda için yol haritasını acilen belirlemesi gerektiği bildirildi.
Türkiye Gıda Sanayi İşverenleri Sendikası (TÜGİS) ve Sürdürülebilirlik Akademisi iş birliğinde düzenlenen Sürdürülebilir Gıda Konferansı; bakanlıklar ile FAO’nun yanı sıra, gıda sanayinin lider kuruluşları ve akademik dünyadan katılımla İstanbul Swissotel’de gerçekleştirildi.
“Gıda güvenliği olmadan huzur ve güven olmaz”
Konferansın açılışında konuşan Sürdürülebilirlik Akademisi Yönetim Kurulu Başkanı Murat Sungur Bursa, “Dünyada sürdürülebilirlik konusunda yapılan tüm çalışmalara rağmen hala sürdürülebilir bir gelecek göremiyoruz. Karar vericilere istediğimiz ölçüde etki edebildiğimiz bir noktada değiliz” dedi.
Sözlerine, “Gıda güvenliği olmadan huzur ve güven olmaz, dünya barışını sağlayamayız” diyerek başlayan TÜGİS Başkanı Necdet Buzbaş da, “İklim değişikliğinin etkilediği en stratejik sektörlerin başında tarım geliyor. Oysa tarım, iklim değişikliğinin hem sebebi hem de mağduru. Sürdürülebilir gıda ve tarım için tüketici alışkanlıklarının değişmesi son derece önem taşıyor. Ekolojik okur-yazarlık düzeyinin artması gerekiyor. Ekolojik okur-yazarlığı artan kişiler ekosistemin kısıtlarına daha saygılı olurlar. Hepimiz sorunun bir parçasıyız, çözümün de bir parçası olmalıyız” ifadelerini kullandı. Buzbaş, şirketleri yönetenlerin ajandalarında sürdürülebilirliğin olmaması durumunda kurumların mesafe almalarının mümkün olmadığını söyledi.
“İklim değişikliği tarım üretimi önünde engel”
BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Türkiye Üst Düzey Politikalar Sorumlusu Ariella Glinni ise FAO’nun “İklim değişiyor. O halde gıda ve tarımda değişmeli” sloganının, iklim değişikliği ve gıda güvenliği arasındaki önemli ilişkiye dikkat çektiğini bildirdi. Geçen yıl imzalanan Paris Anlaşması ve oluşturulan Sürdürülebilir Kalkınma için 2030 Gündemi’nin, daha sürdürülebilir bir gelecek için atılan iki dev adım olarak nitelendiren Glinni, “2016’nın ise kararlılığımızı eyleme döktüğümüz yıl olmasını istiyoruz. Mesajımız oldukça net: İklim değişikliği problemini çözmeden, yoksulluk ve açlığı sonlandıramayacağız. Gezegenimizi koruyamayacağız ve herkes için refah sağlayamayacağız. Bu yılki çabalarımız, giderek artan nüfusu sürdürülebilir şekilde besleyebilmek için gıda ve tarımın iklim değişikliğine nasıl adapte olması gerektiğine odaklanıyor” şeklinde konuştu.
2050 yılında dünya nüfusunun 9,6 milyara ulaşmasının beklendiğini hatırlatan Glinni, bu nüfusun beslenebilmesi için tarımsal üretimin ortalama %60 artması gerektiğine işaret etti. İklim değişikliğinin bu hedefe ulaşmada ciddi bir engel oluşturduğunu dile getiren Ariella Glinni, sözlerine şöyle devam etti:
“İklim değişikliğini azaltma ve buna adapte olma çabaları birlikte yürümelidir. İklim değişikliğinin etkilerini hali hazırda görmeye başladık. İvedilikle önlem alınmadığı takdirde milyonlarca kişi yoksulluk ve açlık riskiyle karşı karşıya olacak. Olağan seyrin sürmesi halinde, 2030 yılında yoksul sayısının 35 ila 122 milyon kadar artması öngörülüyor. Dolayısıyla olağan seyrin kökten değişmesi gerekmektedir ki, tarım daha sürdürülebilir, üretken ve dirençli hale gelebilsin. Yapmadığımız takdirde hali hazırda gıda güvenliği sağlayamayan ve gıda fiyat volatilitesine katkıda bulunan ülke ve bölgelerdeki gıda üretimi, ikilim değişikliğinden çok ciddi seviyede etkilenecektir.”
Sürdürülebilir tarım uygulamalarının, doğal kaynakların aşırı kullanımı ile ekosistem bozulmasını durdurmakla kalmayıp bu gidişatı tersine çevirebileceğini vurgulayan Glinni, “Aynı toprak parçasında daha azla daha fazlasını üretmeli ve doğal kaynaklarımızı akıllıca kullanmalıyız. Bunlarla birlikte son ürün aşamasına gelmeden önce daha iyi hasat, depolama, paketleme, nakliye, altyapı, pazar mekanizmaları ve gereken yasal çerçeveleri oluşturmak gibi kapsamlı önlemler sayesinde yaşanan gıda kaybını azaltmalıyız. Küçük üreticileri yerel tarım işletmeleri ve tedarik zincirleriyle buluşturmalı, onları gıda ve tarım sistemlerine dahil etmeliyiz” dedi.
“Tarım ve kırsal kalkınmaya yatırım yapmanın zamanı”
İklim değişikliğinin olumsuz etkileriyle mücadele için Türkiye’de de çalışmalar yaptıklarını dile getiren Glinni, “Sıfır Açlık hedefine ulaşmak ve iklim değişikliğiyle mücadele etmek için iş birliği elzemdir. Ülkeleri uluslararası kuruluşlar, çiftçiler, akademisyenler, özel ve kamu kuruluşları olarak politika yapımını ve koordineli eylemleri destekleyerek kapsayıcı büyümenin sağlandığı ve sorumluluk sahibi yatırımların yapıldığından emin olmalıyız. Özellikle iklim finansmanı, daha üretken, sürdürülebilir ve dirençli gıda sistemlerine yönlendirilmelidir. Tarım ve kırsal kalkınmaya yatırım yapmamızın zamanı bugündür” ifadelerini kullandı.
“Türkiye su fakiri olacak”
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu da konuşmasında, iklim değişikliğinin dünyada tarım ile başladığına; bugün tarım sektörünün, sera gazlarının %25’inden sorumlu olduğuna dikkat çekti.
Türkiye’de iklim değişikliğine yönelik çalışmaların yetersizliğine vurgu yapan Kadıoğlu, “Ülkemizde yazın sıcaklıklar yükseliyor, kışınsa yağışlar azalıyor. 2050 yılına geldiğimizde kişi başına düşen su, 1.000 litrenin altına inecek ve Türkiye su fakiri bir ülke olacak. Oysa Türkiye’de su kullanımının yüzde 70’inden fazlasını tarım yapıyor. Ancak yerel yönetimler bunun henüz farkında değil ve hala bu konuda bir icraatları yok” diye konuştu.
Ülker’in sürdürülebilirlik projeleri
Konferansın, “Gıda sanayinde sürdürülebilir büyüme için yol haritası: Fırsatlar & Riskler” başlıklı oturumunda konuşan Pladis Türkiye Operasyonel Mükemmellik, Kalite ve İş Güvenliği Genel Müdürü Süheyl Aybar, “Bizde operasyonel mükemmellik üretim bantlarında başlıyor. Iskartayı en aza indirmek için operatörlerimiz bile farklı projeler üzerinde çalışıyor. Bu da sadece bize rekabet avantajı getirmekle kalmıyor, topluma örnek oluşturmamızı sağlıyor. 2024 Sürdürülebilirlik Yol Haritamız doğrultusunda çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bisküvilik buğday geliştirme ve sürdürülebilir fındık projelerimiz üzerinde çalışıyoruz” dedi.
Özel sektör, kamu ve üniversite iş birliği artırılmalı
Aynı oturumda konuşan Murat Sungur Bursa ve Necdet Buzbaş da, Türkiye’de kamu yönetiminin sürdürülebilirlik konusunda adım atmaktan ziyade mevcut statükoyu korumayı tercih ettiğini, kamuda bu konudaki farkındalığın özel sektörün gerisinde kaldığını dile getirdiler. Bursa ve Buzbaş, üniversitenin de katılımıyla özel sektör ile kamu yönetimi arasındaki iş birliğinin artırılması gerektiğine dikkat çektiler.
Kalkınma Bakanlığı Tarım Daire Başkanı Taylan Kıymaz ise 10. Kalkınma Planı’nın daha insan odaklı, insanın yaşam kalitesinin artırılmasını ve beşeri sermayenin yükseltilmesini temel hedef alan bir plan olduğunu söyledi. BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri-SKH doğrultusunda Türkiye’de kaydedilen ilerlemenin takip edileceğini kaydeden Kıymaz, “Şu anda birçok hedef konusunda eksiğimiz var ama ilerlemeleri gördükçe daha umutlu olabiliriz” dedi.
“Türkiye’nin Sürdürülebilir Tarım Kodu olmalı”
Unilever Türkiye Sürdürülebilir İş ve İletişim Direktörü Ebru Şenel Erim ise 2010 yılından bu yana uyguladıkları Sürdürülebilir Yaşam Planı’nın şirketi 2020’ye kadar yaklaşık 2 katı kadar büyütmesini hedeflediklerini açıkladı. Hem finansal sonuçların hem de insanların ilgisinin doğru yolda olduklarını gösterdiğini belirten Erim, “İnsanlar bizden sürdürülebilirliğe, çevreyi gözeten-kırsalın refahını beklentilerini de karşılayan sürdürülebilir kalkınmaya, özel sektörün sürdürülebilirlik konusunda toplumsal sorumluluğuna, sağlıklı-güvenilir gıda üretimine, bu konuda hem üreticilerin hem de tüketicilerin daha fazla bilinçlendirilmesine daha fazla önem vermemizi bekliyor. Unilever olarak, bu mesajı gayet iyi anlıyor ve beklentileri karşılamak yönünde kararlı adımlarla ilerliyoruz” ifadelerini kullandı.
Unilever’in bu yola çıkarken bir Sürdürülebilir Tarım Kodu olduğunu vurgulayan Erim, Türkiye’nin bu alanda önemli bir eksiği olduğuna dikkat çekti.
Pınar’da sürdürülebilirlik
Yaşar Holding Sürdürülebilir Kalkınma Komitesi Başkanı Dilek Emil ise Pınar’ın kurulduğu yıllarda, kurucusu Selçuk Yaşar’ın üreticiye süt alma garantisi vermesinin, ilk ‘sürdürülebilirlik’ çalışmalarından biri olarak sayılabileceğini vurguladı. Emil, “Sürdürülebilirliği iş yaşamının, iş yapış biçiminin bir parçası haline getirmek gerekiyor. Bunun için hem şirket içinde hem de şirket dışında bir farkındalık kampanyası başlattık. Çevresel düzeyin yanı sıra sosyal alandaki çalışmalarımızla sürdürülebilirliğin benimsenmesini sağladık” dedi.
(14)